Yaban Koyununun İzinde küçük okuma grubumuzda gayet verimli bir tartışmaya zemin sağladı; bence Murakami’nin bütün kitapları bir okuma grubuyla okunmalı ve tartışılmalı. Konu Murakami olunca birçok farklı yorum mümkün ve kendi kendine işin içinden çıkamıyor bazen okuyucu. Hem başkasının farklı yorumlarını duydukça metnin zenginliğini kavrıyor insan ve zevkleniyor. En sevdiğim Murakami kitaplarından olmasa da okuma grubu sayesinde en severek tartıştığım Murakami kitaplarından oldu YKİ. Bu ve bundan sonraki yazılarda, YKİ hakkında yapacağım yorumların okuma grubumuzla yaptığımız tartışma etrafında şekillendiğini belirtmek istedim yazıya başlamadan.

Haruki Murakami’nin Yaban Koyununun İzinde kitabı üzerine bir yazı yazmak için oturunca fark ettim ki tek bir yazıyla yetinemeyeceğim. Ne benim Murakami hayranlığım, ne Japon toplumu hakkındaki cehaletim, ne de kitabın tartışmaya ve alegoriye açık içeriği buna izin vermeyecek görünüşe bakılırsa. Bu yüzden genel olarak Murakami’nin derdini ve özellikle de Yaban Koyununun İzinde‘yi anlamak amacıyla bir yazı dizisi yayımlamaya karar verdim. Murakami’nin hemen hemen her kitabında 2. Dünya Savaşı sonrası Japon toplumunun, özellikle de kendisinin de parçası olduğu “baby-boomer” kuşağının sorunlarına değindiği bilinir. Anlatılarına hakim olan o meyus karanlığı anlayabilmek için bu kuşağın içine doğduğu ve büyüdüğü toplumsal koşullara bir göz atmak lazım gelir diye düşündüm. Bu cihetle de 2. Dünya Savaşı sonrası Japon-Amerikan ilişkileri ve modernleşme çabalarına dair küçük bir araştırma yaptım. Zira bu konu derya deniz.. Japon modernleşmesi  çok meşakatli bir konu, 19. yüzyıl Meiji dönemine, hatta 17. ve 18. yüzyıllara kadar uzanıyor.. O yüzden sadece savaş sonrası dönemden bahsetmeyi daha uygun gördüm.

***

Savaştan bitap bir halde çıkan Japonların büyük bir azimle ve beraberce çalışması sonucu kimsenin tahmin bile edemeyeceği kadar kısa bir sürede toparlanması mümkün oldu. Tarumar edilen şehirlerin nasıl bu kadar hızlı bir biçimde yeniden inşa edildiğine  şaşıp kalmamak mümkün değil. Bu süreçte Japonya komünizm karşıtı, savaş suçlusu oldukları halde yargılanmayan konservatif elitler tarafından yönetildi. İmparator Hirohito (1926-1989, Showa dönemi olarak anılır) bu elitlerin en mühimiydi kuşkusuz. Suçunu kabul etti ve General Douglas MacArthur’un da arabuluculuğu sayesinde idam edilmekten kurtularak, savaş sonrası dönemde Japon halkını birleştirici unsur olarak önderliğe devam etti. Büyük ihtimalle halkın tepkisini çekmekten korktuğu için MacArthur Hirohito’nun idamına sıcak bakmıyordu; halka ulaşmak için imparatora ihtiyacı vardı ve sembolik olarak imparatorun önemi çok büyüktü.

Hirohito 1947’de Amerikalıların elinden çıkan derme çatma anayasanın uygulamaya konmasını destekledi; böylece Japonya’da meşruti monarşi tesis edilmiş oldu. Bu dönemde Amerikalı General MacArthur Amerikan çıkarlarına uygun olan ve sonunda Amerikan demokrasisini Japonya’ya ithal edecek kararları ve adımları İmparator aracılığıyla uygulamaya koymuşa benziyor. Generale göre Japonya halen 12 yaşında bir çocuk gibiydi ve eğitilmeye ihtiyacı vardı.. Bu eğitim ise Japonya’ya merkezi bürokrasi, pasifist bakış açısı ve savaşta Japonya’nın mağdur edildiğine (agresif taraf olmadığına) dair inanışın yerleştirilmesini ve Japon milliyetçiliğinin minimuma indirilmesini içeriyordu. Japonya’ya demokrasi getirmeyi amaçladıklarını iddia eden Amerikalıların aslında yarattıkları merkezi bürokrasi aracılığıyla Japon hükümetini kontrol etme emelini güttüklerini söyleyebiliriz.

Savaşın bitiminden hemen sonra Japonya Amerikalılar tarafından işgal edildi ve yaklaşık 6 yıl boyunca da bu işgal devam etti. Japonya bağımsızlığını 1952’de kazandı. Bu süreçte Amerikalıların önderliğinde Japonya’da birçok “inkılâp” gerçekleştirildi: toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için adımlar atıldı, işçilerin greve gitmesi desteklendi, sendikalar kuruldu, basında sansür kalktıv (Amerika karşıtı ve solcu/komünist yayınlar yasaktı tabii ki), feodal sistem dağıtıldı, eğitim modernleşti vs. Samuray kültürüne dair birçok unsur da hafızalardan silinmeye çalışıldı: halk silahsızlanmaya yani Samuray kılıçlarını teslim etmeye zorlandı. Demokratikleşme ve barış yanlısı olma kisvesi altında gerçekleşen bu silahsızlandırma süreci sonunda Samuray kılıçları da Amerikalı koleksiyoncuların ellerine geçti. Japonya’nın egemen bir devlet olarak başka bir devlete savaş ilan etmesi de anayasa tarafından yasaklandı.

Silahsızlandırma hususunu yorumlayanlar arasında atom bombası gibi bir felaketle karşılaştıktan ve ağır yenilgiler aldıktan sonra Japon halkının savaştan da silahtan da nefret etmesinin normal olduğunu söyleyenler var zira bu nefretin “normal” ya da savaşın “doğal” bir sonucu olduğunu söylemek doğru olmaz. Özellikle Japonya gibi Samuray geleneğinden gelen ve savaşmanın onurlu bir mesele olarak görüldüğü bir ülkenin yenilgiyi kabullenmesi ve silahlarını yabancı bir güce teslim etmesi kolay olmamıştır. Türkiye’ye baktığımızda 1. Dünya Savaşı ve Mütareke gibi yoğun savaş dönemlerinden silahlanmaya ve orduya daha da çok yatırım yapma kararı alarak çıkan bir ülke ile karşılaşıyoruz. Japonya’da 2. Dünya Savaşı sonrası ters istikamette gelişimlerin olması halkın isteğinden çok Amerikan yaptırımlarını düşündürtüyor. Bu yüzden de silahsızlandırma politikasına  şüpheyle bakmak ve ne tür tarihsel gelişmeler sonucu bu noktaya gelindiğini anlamak gerekir. Sonuçta bugünün en mütecaviz ülkelerinden olan ABD’nin benzer bir silahsızlanma ve anti-militarist politikayı pratikte uygulanır hale henüz getiremediğini görüyoruz. Amerika bugün de benzer şekillerde ülkeleri  silahsızlanmaya, kimyasal ve biyolojik silahlarını yok etmeye çağırırken gerek Amerikan ordusunun gerek de Amerikan halkının silaha olan yakınlığı, ABD’nin uluslararası silah ticaretindeki rolü aşikar değil mi?

Nitekim Kore Savaşı ve Uzak Doğu’da komünist hareketlenmeler sonucu 10 yıl önce Japonya’yı silahsızlanmaya zorlayan Amerika bu sefer ironik olarak Japonya’nın tekrar silahlanmasını ve komünizme karşı güçlenmesini istemeye başladı. İmparator da Japonya’nın Soğuk Savaş boyunca  Çin, Rusya, Kuzey Kore ve Vietnam gibi komünizm tehdidi olan bölgelere karşı anti-komünist bir tavır sergilediği sürece Amerikan güvencesi altında kalacağını ümit ediyordu.

Bir çeşit Amerikan politikası olarak başlayan silahsızlandırmanın Japonya’da halkın çoğunluğu tarafından benimsenen anti-militarist bir tavra dönüştüğü düşünülebilir. Japonya’da orduya milli gelirin sadece yüzde birinin  harcanıyor olmasını halkın çoğunluğunun desteklemesine rağmen milliyetçi güçler ve zaman içerisinde değişen Amerikan politikalarının yankıları Japonya’nın militer masraflarının tekrardan artmasına sebebiyet vermiştir.

Konumuza geri dönecek olursak, “inkilapların” gerçekleştirildiği dönemde Samuray kültürüne ve imparatorluğa dair bilgiler de mümkün olduğunca okul kitaplarından uzak tutuldu: çocuklar demokrasiyi öğrenmeliydi. Yasaklananlar arasında savaş sanatları ve kibuki tiyatrosu da var. İmparatorun yarı ilahi kimliğinin feshedilmesi ve devlet Şintoizminin yasaklanması ise Japon halkının inançlarına büyük bir sekte vurdu.. Ekonomik olarak feodal sistemin tamamen yok edilmesine önem verildi. Tekeller parçalandı, aristokratik aileler topraklarından ve zenginliklerinden men edildi. Zira Soğuk Savaş’ın başlamasıyla, zenginliklerin halka dağıtılması tarzı reformlara Amerika kuşkuyla bakar hale geldi çünkü Japonya’nın komünizme kaymasından korkuyordu.

Amerika’nın bugün de severek icra ettiği “özgürleştirici, demokratikleştirici, kurtarıcı” rolünü Japonya sınırları içerisinde uygulamaya koyduğu bir dönem anlayacağınız. Bazıları tarafından uyumlu bir modernleşme süreci olarak görülen, Japonların Amerikalılara duyduğu “minnet” anlatılarıyla desteklenen bu sürecin samimiyetini sorgulamak, olaylara bir de sömürgecilik/çıkar söylemi üzerinden bakmak lazım. Zira yukarıdaki anlatıda Japon halkının bu gelişmeleri nasıl karşıladığını, Amerikan işgaline ne tarz tepkiler verdiğini, gelenekler ile üstten inme “inkilaplar” arasında ne tarz çatışmalar yaşandığını göremedik. Bu konuya da bir sonraki yazıda elimden geldiğince değinmeye çalışacağımı belirterek arkası yarın diyorum..

Kaynaklar:

Japan After World War II

Hirohito and the Making of Modern Japan

Showa Period: American Occupation of Japan