You are currently browsing the category archive for the ‘öykü’ category.

Esther Heboyan, İstanbul Yolcuları (Les Passagers d’Istanbul),çev. Sosi Dolanoğlu (Istanbul: Aras Yayıncılık, 2007)

Esther Heboyan 1955’te Harbiye’de Yester olarak dünyaya geldiği evinden 8 yaşında ayrıldı ve babasının sayacılık yaptığı Almanya’ya annesi ve kız kardeşiyle birlikte göç etti. Bu yolculukta kendisine o eski, tanıdık dünyadan eşlik eden tek şeyin Türkçe bir sözlük olduğunu belirtiyor Heboyan. Önce Almanya’da sonra Fransa’da ve daha ileriki yıllarda Amerika’da geçirdiği gurbet yıllarında bu sözlük ve Ermenice bir alfabe kitabı ona eşlik edecekti geride bıraktıklarının sessiz birer temsilcisi olarak. İçine girdiği yeni topluma uyum sağlayabilmek için Fransızcası’nı mükemmelleştirmesi ve bunun yanında İngilizce öğrenmesi şarttı. Bu süreçte Ermenice ve Türkçe gündelik yaşantısından uzaklaşıp, eski değerini yitirdi; ne İngilizce ne de Fransızca’ya bir türlü alışamamış olan annesinin ve babasının doğulu dillerinde kaldı. “İki dilden dört dile geçmiştik ve birbirimizi anlamak imkansız görünüyordu.”[1] Kitaba Türkçe olarak yazdığı önsözde en çok dil hasreti üzerinde duruyor Heboyan ve “dilden dile geçiş”leri sırasında bir nevi zaman aşımına uğrayan o doğulu dillerin anlattığı hikâyelere geri dönme isteğini belirtiyor. Ebeveynlerle gurbette yetişmiş yeni nesillerin arasına giren, geleneğin ve hafızanın sürdürülmesine ket vuran dil engellerini aşma; anne ve babasına kelimelerini geri verme; kendi geçmişine geri dönme, anıları yâd etme; göçmen, Ermeni ve doğulu kimliklerini sorgulama ve unutulmaya yüz tutmuş hikâyeleri kelimelere kazıma isteğinden ortaya çıkan bir kitap İstanbul Yolcuları.

Heboyan’ın öykülerindeki kahramanları ailesi ve komşuları oluşturuyor, bu karakterler gerçek hayattaki ailesi ve tanıdıklarıyla ne kadar örtüşüyor ne kadar hayal ürünü bilemiyorum. Ama yine de kitabı okurken Heboyan’ın kahramanlarını çok yakından tanıdığı hissine kapıldım, o kadar gerçekçi ve içtenler ki. O yüzden de kitabın otobiyografik nitelik taşıdığını düşünüyorum. Zira kitabın sonunda Heboyan ailesinin muhtelif siyah-beyaz fotoğraflarına bakıp nostaljinin sadık kokusunu hissetmek mümkün. Yazar okuyana tanıdık gelecek sıradan hayatlar süren, hayattan beklentileri büyük hırslarla bezenmemiş insanların hikâyelerini belleğinin sayfalarından koparıp önümüze koyuyor. Fakirlikle, zorluklarla ve göçle çevrili hayatların umutları ve hayal kırıklıkları ve bu yaşamlarda özellikle kadınların karşılaştıkları güçlükler yavaş yavaş işliyor okuyanın zihnine. Özünde tanıdık olduğumuz hikayeler bu sefer de Hilda’yla, Ani’yle, Silva’yla anlam kazanıyor. Ve kitapla aynı ismi taşıyan son hikayede Avrupa’da bir Ermeni göçmen olarak maruz kaldığı ayrımcılıklar, dışlanma ve anlaşılamama hissiyatından bahsediyor Heboyan. (Özellikle de bir zamanlar Fransa’da kimlik kartı olmayan yabancıların hapse atılması, karma evliliklerin yasaklanması, otobüste yabancılarla yanyana oturmaya izin verilmemesi gibi politikalardan dem vuruyor yazar.) Yabancılaşma öyle bir raddeye geliyor ki isminden utanır hale geliyor Yester ve Esther oluyor anlamlı kılabilmek için ismini Avrupalılara. Fransızca’da telaffuz edilmeyen h harfinde saklı kalanların yaşamlarından bahseden öykülerin her biri içimi cız ettirdiyse de en çok “İstanbul Yolcuları” hikayesi – ya da haykırışı mı demeli?- etkiledi beni..

Bir de Arusyak Nine’nin hikayesi esir aldı zihnimi: “Sonuna kadar aşağılanmayla dolu bir hayat, zira Atina’da hastane yatağında yatarken, Ortodoks papazı kendi Kutsal Tanrısı ile Ermeni kadınının Allah Babası’nın bir tutulamayacağını göz önünde bulundurarak, son duasını yapmaya onu layık görmedi. Birtakım şehircilik sorunları veya başka mantıksız zorunlu tedbirler nedeniyle, kemikleri de Ortodoks şehir mezarlığından çıkarıldı.”[2]

Bir nevi boyun borcu bütün kitap, Heboyan’ın ailesini ve tanıdıklarının anılarını görünür kılabilmek için olduğu kadar göçmen bir kadın olarak bunca yıl yaban ellerde yadsınmış kendi gerçekliklerinin hatrına da dile getirmesi gereken..


[1] s. 11

[2] s. 26

“That’s because you’re only half-living. The other half is still untapped somewhere.” Haruki Murakami

Kategoriler

Arşiv

Diğer 6 aboneye katılın